Çilek Reçeli

Durum Hikayesi_

Okkalı sözler boğazına konuşlanmış, ne aşağı ne yukarı geçmiyordu çocuğa kahvaltı hazırlarken. Evde kimse etmez ama küçüğe zorunlu. Onun yapmama hakkı yok. Kadınsan da kahvaltı hazırlamama hakkın olmadığı gibi. Ee o da zor zanaat diye iç çekti bir yandan. Olduğuna da pişman ya, seçme şansı yok! Hem kadın hem de evliysen hem de benim gibi kocan varsa bol bol tost bas, iyi geliyor deyip kıkırdadı kendi kendine. Yan gözle mutfağın kapısına baktı, geldi mi diye. Gelmediğini görünce tost makinesini tutan elinden, ayaklarının ucuna kadar gevşedi. İşine ciddiyetle geri döndü. Sucukların kabuklarını itinayla soydu. Bir an buzluktaki kaşar peynirini düşünerek irkildi. Yoksa çıkarmadım mı, dedi. Çıkardığını hatırlayınca rahatladı. Son kalan tost ekmeklerini oğlu yiyip bitirmesin diye saklamıştı. Sakladığı yerden bulamamış olduğunu umarak buzdolabının alt çekmecesindeki tarhananın altına baktı. Ecel terleri döktü korkudan. Yerinde durduğunu görünce sevindi. O minik eller oraya ulaşamamıştı. Bir tost dünyanın en büyük sorunu haline gelebilir, diye mırıldandı.

Buzdolabının sızlanmasını duydu. Gıcır gıcır çalışmasını, ağrı çeker gibi vızıldanmasını dinledi bir süre. Ne kadar da birbirimize benziyoruz diye düşündü. Adam mutfağa girdi. Başını kaşıdı. Şişmiş dudakları ve gözleriyle kadına baktı. 

“Napıyorsun tatlım,” dedi. 

“Tost yapıyorum,” dedi. 

Sen de birkaç kahvaltılık çıkarsan. Zeytin bidonundan birkaç zeytini tabağa koysan, diyemedi. Yutkundu. Sözcükler midesiyle boğazı arasında bir aşağı bir yukarı sallandılar yine. Adam günlük rutin talimatlarını vermeye başladı. 

“Peyniri ince kestin mi? Çocuk sevmiyor.”

“Evet, ince keseceğim. Onun sevdiği gibi.”

“Sucuğu önce tavada biraz pişir, çiğ istemiyor içinde.”

“Evet sucuğu da kestim, koyacağım şimdi.”

“Ama tatlım acele et biraz! Çocuk rahat yapsın kahvaltısını.”

“Tamam. Acele ediyorum. Siz biraz oynayın, kahvaltı birazdan hazır,” dedi. 

Adam göbeğini kaşıdı. Buzdolabını açtı. Bir şey mi canın çekiyor, çıkarayım tatlım demek isterdi, diyemedi. Demek için ne lazımdı, adamı mı kendini mi değiştirmeliydi diye jet hızıyla zihninden geçirdi. Boş ve manasız geldi bu düşünceler. Aman ne fark eder, dedi. Turşuları ince ince kesmeye başladı. Ekmekleri ikiye böldü. Adam dedektif gözlerini dört açmış buzdolabının en derin köşelerine göz gezdiriyordu. Alttan ikinci raftaki reçel şişesinin altına reçel sızdığını görünce aradığını bulmuş bir edayla şartele bastı. Parmak ucuyla sızan reçel damlasını aldı. Kadına yaklaştırdı işaret parmağını. Neredeyse alnına reçel basacak kadar yaklaştırdı. Kadın ne olduğunu anlamak için başını geri çekip gözlerini şaşı yaptı. Adamın parmak ucuna baktı.

“Tatlım bak bu reçeli annem getirdi. Çok emek verir bilirsin. Nimet tabii. Babamın bunları almak için pazara gitmesinden, dolmuşa binmesinden, dolmuştan inmesinden, sabahın o vaktinde adım adım dolaşarak aldıktan sonra eve getirmesinden hiç bahsetmeyeceğim. Bak! Kapağını tam kapatmamışsın. Sızmış damlalar. Bir de yapış yapış olmuş. Hiç sevmem. Öğren artık bunları. Koca kadınsın. Bu kadar dikkatsiz olmak zorunda mısın gerçekten! Annem ameliyat olduğu zamanlarda bize söylerdi, biz kapatırdık kavanoz kapaklarını.”

“Haklısın hayatım,” dedi. 

Cevap verse olmaz, vermese hiç olmaz. Dinliyormuş gibi yapıp başka şeyler düşünmeli belki de diye geçirdi aklından. İç çekti. Başka bir şey düşünmeye çalıştı. Bu sucuk neredendi acaba? Bilmem. Dün Nalan üzerine giydiği beyaz incili kazağı nereden aldı ki, bilmem. Sorular çok hızlı, cevaplar kısa. Kavanozda sızma var. Ama yok reçel kavanozu kaydı bir kere. Kayarken pazar kahvaltısının altına el bombasını da itiverdi. Fitilini yaktı, havai fişekleri de fırlattı. He sahi havai fişekler kuşların beynini patlatıyormuş. Çok korkunç diye düşündü. Sanırım insanların beynini de çilek reçeli patlatabilir dedi, kendi kendine. Yani bu sabahki patlama ondan. 

Ve güm. Çocuk babasının yüksek perdeden sesine uyandı. Mutfaktaki aksiyonu merak ederek patır patır gözü yarı kapalı mutfağa koştu. Parkenin üzerinde duyduğu küçük hızlı adımlar her zaman yumuşatırdı kadını. İçi serinlerdi. Merhamet duyguları kabarırdı. Kaşar peyniri bir yandan erimeye başladı. Son birkaç adım ve işte çocuk mutfağın kapısına geldi. Bekledi ilk kelimesini. 

“Anne kahvaltıya çilek reçeli de koy tamam mı?” 

Olamaz, dedi kadın. Keşke ‘anne kendine bir mezar kaz, içine uzan, dinlen’ filan deseydi. İçinde gezinen havai fişekler kulaklarından çıkıp burnuna, oradan midesine oradan göbek deliğine uğrayıp delip geçmeye başladı.

“Gördün mü tatlım. Çocuk babaannesinin yaptığı çilek reçelini çok seviyor. Hem çok da vitaminli ve doğal. Üzerinde de bin bir emek var.” 

“N’oldu baba çilek reçeline bir şey mi oldu?” 

“Annen kavanozun kapağını kapatıvermemiş. O da dökülmüş.”

Ah kızım, benden gizli gizli reçeli yemiş, sonra kapağını kapatmamışsın, bak gördün mü dökülmüş, diyemedi kadın. Ama maalesef bu devlete millete ziyan, akıl sağlığımıza zarar durum artık gerçekleşmişti. 

Diyemezdi tabii, nasıl desin? Sen neredeydin, çocuk o reçeli alırken, döker saçarken sen ne yapıyordun. Çocuğun niye başında değildin? Çocukların başına ev içinde ne kazalar gelebiliyor bilmiyor musun? Nasıl bu kadar dikkatsiz olabilirsin. Öğretemedim sana. Kas kafalı mısın? diye başlayıp ardı kesilmeyen ikinci bir füze saldırısı daha istemediği için,

“Tamam dikkat edeceğim bir dahaki sefere,” demekle yetindi. 

Ve sonunda çocuk ağlamaya başladı. 

“Çilek reçeline bir şey mi oldu baba, nolur söyle? Anne!” 

O boncuk yaşlar nasıl da gözünün ucundaydı öyle. Döküldü de döküldü. Sucuk bir yandan yağını damla damla tavaya bıraktı.

“Görüyor musun tatlım. Bir kavanoz kapağını kapatmaman nelere yol açtı? Lütfen dikkat, dikkat!” 

Çocuk mutfağın köşesine büzülüp başını kolları ve bacaklarının arasına gömdü, dudağını büze büze ağlamaya devam etti, adam da hiç hız kesmeden konuşmaya.

Aynı yerde patinaj çekeceğine çocuğu bir sakinleştirsene, diyemedi. Üçüncü bir füze saldırısı fazlaydı çünkü. Bu sefer de hem suçlu hem güçlü olacaktı. Feminist yayınlar mı okuduğu sorgulanacaktı. Erkek, atadır. Kadın susar, itaat eder. Sen bostanda mı büyüdün, araştırılacaktı. Neyse hiç gerek yoktu böyle şeylere. Kadın sucukları da ekmeğin içine koyup bastırdı, ekmeklerin çıtırdamasını duyunca daha da abandı üstüne. Biraz daha bastırayım derken vidaların sesini duyunca durdu. Çocuk hala ağlıyordu. Baba da sızlanıyordu. Eğildi çocuğa durumu anlattı. Süzülen iki damla için özür diledi. Sımsıkı sarıldı.

“Bak tatlım her gün ne kadar yoruluyorum. İki saatlik yola gidiyorum. Otobüste sıkış tepiş, milletin terli vücuduna yapışıyorum. İki çilek tanesi değil olay. Büyütmem böyle şeyleri bilirsin. Aç gözlerini dikkat et. Bir göz kusurun yok bildiğim kadarıyla. Aç bak kontrol et. Kapağı kapanmış mı. Para veriyorum bunlara ben.”

Beyin engelli değilim, doğru, ya sen, öyle gibisin, diyemedi. Boğazına bir yumru daha dizdi.

“Tatlım o kadar bastırma, benimki yumuşak olsun. Sert olmasın. İstersen bu yaptığını sen al. Sen sert seversin, çıtır çıtır.”

Nereden çıkardın sert sevdiğimi, yumuşak severim ben, diyemedi. Attı bir yumru daha içeri. 

“Peki kocacığım, dedi sırıtarak. Peki benimki sert olsun.”   

“Çilek Reçeli” için 5 cevap

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

WordPress.com’da Blog Oluşturun.

%d blogcu bunu beğendi: