Öykü_
Hava alanı yolu üzerinde küçücük bir patikayla başlıyordu bizim dünyamız. Yoldan gelen geçen lüks arabaların ve garantör beylerin aksine evlerimizin önünde Şahin, Doğan, Toroslar bekliyordu. Babalarımız ayaklarında sokak terliği, ellerinde sigara ve ıstakayla kahve önünde nöbet tutuyorlardı. Nöbet dediysem en keyiflisinden. Mahallede üç tane kahvehane vardı. Çankırılılar’ın, Çorumlular’ın, Yozgatlılar’ın. Ama Çankırılılar’ın nüfusu fazla olduğu için en kalabalık onların kahvesiydi. Diğerleri neredeyse sinek avlardı. Mahallenin dedikodu kazanı Çankırılıların kahvesiydi. Arena Kahvesi. Kimin kızı kimin oğluyla evlenecek burada karar verilirdi. İş aramaya ilk bu kahveden başlanırdı. Erkeklere bulunan işler, sanayi ya da sitelerde çıraklıktan öteye geçmez. Kızlarsa çoğu kez gelişi güzel birkaç cümleyle verilirdi. Arena Kahvesi birçok gencin kaderinin belirlendiği yerdi.
“Çay içerken istediler seni filancanın oğluna verdim. Ya da tam okeye dönüyorduk muhabbet nereden sana geldi anlamadım ama verdim gitti. ”
Bu cümleler birçok kızın hayatını değiştirmişti. Çoğu kız daha on ikisinde nişanlanır, on dördünde yani lise çağında evlenirdi. Liseye gitmek mi. Babaların ve annelerin en korktuğu şeydi. Bir kız liseye gidiyorsa gözü açıldı demektir. En iyisi göndermemek. Ya da gönderip daha birinci sınıfı okumadan bir bahaneyle okuldan almak. Sonra da ben gönderdim o doğru durmadı. Namus elden mi gitseydi demek. Kızını evlendiren sanki büyük bir yükten kurtuluyordu.
Ben de daha on beş yaşımda evlendim Mustafa’yla.
“Çok ısrar ettiler hayır diyemedim dedi babam. Pazardan çıkarken ben seni ona verdim o da elindeki üç kilo kirazı bana. Mustafa’nın babası her sıkıntımızda yanımızda. Bu ev için zabıtalardan izin almamıza bile yardım etti. Hatırım için evlen” dedi.
Hatır için evlendim. Ama hiç sevemedim kocamı daha ilk gece beni bırakıp arkadaşlarının yanına gittiğinde nefret ettim ondan. Sonra da hiç sevemedim işte. Soğuk bir adamdı Mustafa. Dünya yıkılsa umurunda olmayan cinstendi. Öyle de oldu, dünyamız yıkıldı umurunda olmadı. Bu sevgisiz hayat beni o kadar yormuştu ki ayrılalım dedim bir gün. Tek kelimeyle çıktı gitti evden. Boş ve soğuk bir kelimeye, sessizliğiyle karşılık vermişti. Hep böyle yapardı. Sessizce çıkar gider, hiç konuşulmamış gibi gelirdi. Yıllarımız bu sessizlikte geçti.
Evlendiğimiz ilk gün de beni bırakıp gitmişti. Ama o gün daha ilk saatten beni bıraktığı için hesap soran babama biraz beni sahiplenen biraz da aşağılayıcı bir cümleyle cevap vermişti. Sahiplenen dediysem eve satın aldığı bir eşyayı sahiplenir gibi. “Yadigârın sendeki hükmü bitmiştir. Bundan sonra tapusu da garantisi de bende. Tamircisi de benim arızası da,” demiş.
Babam daha o gün pişman olmuştu beni evlendirdiğine. Daha doğrusu sattığına. Öyle derlerdi. Kızı sattın mı? Sattık ya başını bağladık. Evinde otursun kocasını bilsin dedik.
Kocasını bilmek ne demekti hiç anlayamadım. Bilmeden önce sevmem gerekmez mi kocamı? Ya da önce evliliğe hazır olmam. Hayatımda sadece Mustafa’yla öğrenmeye çalıştığım kocalık meselesi sadece üç sene sürdü. Sonunda kısır diye bıraktı Mustafa beni. Azad etti bütün duygularımı. Nasıl sevindim kısırlığıma. Herkes kısır dedikçe annemin bütün organları parçalanıyormuşcasına canı acıyordu. Bunu her halinden anlıyordum. Oysa ben kısırlığı özgürlükle aynı tutuyordum. Kısırım ben. O kadar kısırım ki sevmediğim bir adamla aynı yatağı paylaşmayacağım. O kadar kısırım ki kuş gibi. Kendisini rüzgâra teslim etmiş uçurtma gibi.
Mustafa’dan boşandığım gün babam bana sarılıp uzun uzun ağladı. On çocuklu bir babanın çorak topraklı kızıydım ben. Mustafa benden sonra tam dört kez daha evlendi. Hepsini de kısır diye boşadı. Babam Mustafa’nın dördüncü karısını da kısır olduğu için boşadığını duyunca rahat bir nefes aldı. Benim bir boşanmayla başlayan kısırlığım başka bir boşanmayla bitiverdi. Ama elli yaşında bir kadın babama göre zaten çoraklaşmıştı yine de kendi utancından kurtulduğuna sevindi. Herkese Mustafa’nın kendi suçunu başkalarına nasıl yüklediğini anlatmaya başladı. Biz baba kız aynı uçurtmayla yıllarca gökyüzünde gezdik. Ben kısırlığımı uçurtmanın kuyruğuna bağladım, o doğurganlığımı…
“Arena Kahvesi” için 3 cevap
Kadın…Ne çok ve ne yanlış anlamlar yüklediğimiz bir sıfat. Kadın olmak işte bu yanlış yüklenen anlamlar yüzünden zor. Sadece bir cinsiyet çeşidi olduğunu anlayana kadar kaç yüzyıl daha geçecek acaba?
BeğenBeğen
Bence yüzyılların değil, kalıplaşmış kafaların ve değişmez kalplerin değişmesi lazım. Bunun için biz ya da onlar ya da başkaları çabalamazsa değişim asla olmayacak.
BeğenBeğen
Çok sevdim 💚
BeğenBeğen