Sohbet_
Bazı lakaplar iyi ki çıkıyor karşımıza. Bir anda anlam buluyor bazı şeyler. İşte o bazı lakaplar bazı şeylerin vücut bulmuş hali oluyor. Misal; bazı sesler, tahtanın üzerine tırnak çızıtmak gibi. Cızırrrrt eder de o an nefesini tutarsın ya. Ayy der kulaklarını tıkarsın. İşte öyle o bazı sesler. Göğsünü yarar ikiye ayırır. Ha bir de bazı şeyleri görünce saniyenin ellide biri zamanda yüzünü çevirirsin. Ay ay nolur gösterme dersin. Tabi birisi bir şey gösteriyorsa. Birisi bir şey göstermiyorsa da hemen çekersin bakışlarını gördüğün şeyin üzerinden. Sümük gibi. Sümüklünün biri sümkürmüş yere. Ardına da bakmamış. He bakma zaten. Senin burnunun mahsülünü biz de görmek zorundayız zaten. Neyse işte. Bazı insanları görmek, sesini duymak da buna benziyor. Bizi görünce de kimileri böyle hissediyordur tabi ama o başka mesele. Dünya yuvarlaktır döner. Sonra da döner döner dolaşır sevmediğin ot burnunun dibinde biter. Bitsin. Bitsin diyelim de takmıyormuş gibi olsun. Bitmesin desen de bitiyor. Bitiyor işte.
Bir lakap demiştim ya. İyi ki karşımıza çıkıyor demiştim. İbrikçibaşı o lakap. Tencere kapağını bulmuş diyeceğim ama hafif kalır. Kazan kapağı diye düşünüyorum. Hatta bu kapak vakumlu cinsten. Öyle oturmuş ki kırk padişah gelse yerinden kaldıramaz o kapağı. Neyse işte zamanın birinde buyurgangillerden bir adam varmış. Belki de bu kadındır, bilmiyorum. Rivayet işte. Bu kişi yetki sahibi, önüne gelene emirler yağdırabilsen birisiymiş. Eh gün gelmiş emekliye ayrılmış. Oh, demiş millet. Oh. Sen emekli olmasaydın bizim beyin ölümümüz gerçekleşecekti. Neyse ki emekli olmuş da etrafındakiler midelerinin sağına soluna sıkışmış nefeslerini rahatça dışarı vermiş. Ee iyi de bu buyurgan ne yapacakmış şimdi. Kimse yüzüne bakmıyormuş. Hatta onu görünce cızıırrrrrt diye bir ses kulaklarında ayyy diye bir çığlık içlerinde hemen ondan uzaklaşıyorlarmış. Gel gülüm git gülüm yap gülüm. Adamı gören tanıdıklar aslan gören sığırlar gibi kaçışıyormuş. Tanımayanlara da hükmü geçmezmiş zaten. Kim takarmış buyurgan padişahı padişahlığı elden gittikten sonra. Bizimki hafiften kafayı sıyırmaya başlamış. Gece yatıyormuş yorgana buyuruyormuş. Mutfakta tencereye buyuruyormuş. Salonda perdelere buyuruyormuş, yok. Öyle karşısında kıvrım kıvrım kıvranan olmayınca zevkli olmuyormuş tabi. Yok olmaz böyle, demiş. Çıkmış camiye. O da ne! Namaz vakti gelince abdest alan alana. Bir de herkes ibriklere sarılıyor, başlıyor bir hengame. Aman, demiş bu böyle olmaz. Madem ki herkes ibrik kullanıyor bunun bi usulü adabı olmalı! Geçmiş abdesthanenin başına. Başlamış buyurmaya. Yok o ibriği alma şuradakini al. Yok yok şu sağdaki dolu onu al. Hey sen yeni gelen doldur bakalım şu boşalan ibriği. Tanımıyor ya kimse. Yapıyorlar dediğini. E bi de duracaksın namaza bu deliyle mi uğraşacaksın! Yok yok ne gerek var. Yapıveriyorlarmış dediğini. Eh işte bizim buyurgan kalmamış yine alıştığından geri. Bulmuş kendine lüzumsuzdan bir iş. Oturmuş başına saatlerini harcamış. O gün bu gündür de kendini olmuş sanıp da kaf dağına oturmuş tepeden tepeden buyuran etrafının suyunu çıkaran bu tipler dağdan aşağı yuvarlanıp böyle lüzumsuz lüzumsuz konuşmaya başlayınca da demişler adına ibrikçibaşı. Vallahi pek sevdim. Çok var bu mesleği edinenlerden. Efendim nedir ederiniz? Ederiz işte siz bilmezsiniz. Peki efendim siz öyle dediyseniz çoktur ederiniz. Pek bi ediyormuş gibi konuştuğunuza göre. Neyse efendim dedik ya çok var bu mesleği edinenlerden. Eh n’apalım madem ki kaçamıyoruz. Bari dua edelim. Olsunlar olsunlar da bir abdest alacak kadar olsunlar hayatımızda. Haydi rastgele!
Etrafınızdaki ibrikçibaşı ustalara da çok selam. Hepimize hayırlı bayramlar.