Sohbet_
Ne çok şey oluyor şu “içimiz” dediğimiz yerde. Ardı ardına yığıyoruz cümlelerimizi. Yok efendim içim şişti gerçekten kırk bidon buz bassanız sönmez, şu içim var ya şu içim öyle daraldı ki mengenecibaşı işi bırakır görse, içim içime sığmıyor azizim haydi kalk gidelim yapalım bu işi içim iyi olacak diyor, içimden geldi haydi al şu parayı da işini hallediver, içim istemiyor, içim dolu, içim zıp zıp, içim kıpır kıpır, deriz. Deriz de deriz. Şu bizi insan şekline sokan kabuğumuzun bir dili olsa da bir konuşsa. Birden şeffaf oluverse de içimizin okyanus girdaplarını bir gösteriverse. Peki o koca girdabın içinde başı çılgınca döndükten sonra dışarıya yalnızca birkaç damla yaş çıkıyor olmasını anlayabilmiş midir! Sanmam. O yüzden yıldan yıla buruşuyor bence. Biz de yine her şeye bir isim taktığımız gibi bu duruma “yaşlanma” diyoruz. İçimiz şaşkın. Kabuğumuz şaşkın. Biz biz olmaktan şaşkınız.
İşte öyle! Ne çok meşgulüz içimizle. Ne çok dolu içimiz. Bir salsa bizi belki rahat nefes almak ne demek anlayacağız. İşte benim de son zamanlarda içimde dolaşan bir kelime grubu var. Kulağımda o fısıltıyı duymaktan yoruldum gerçekten. “İçimdeki avokado, içimdeki avokado!” Arkadaş bu nedir ya. Tavuğun toprağı deşelediği gibi içimi deşeliyorum, bir şey de çıkmıyor. Niye, niye, diyorum. Nedir bana anlatmak istediği? Kim bu avokado? Neden içimde koca bir kaya gibi oturuyor. Bilmiyorum. İçim çok karışık. Ama artık şu fısıltıdan kurtulmak istiyorum, işte bunu çok iyi biliyorum. İrdeliyorum. Avokadoyu karşıma alarak konuşuyorum. ‘Yeşilsin. Sertsin ya da yumuşaksın diyemem. Ama her meyve gibi azıcık beklersen buruş buruş oluyorsun. Lastik gibi süneceksin neredeyse doku olarak. Yeşilin kararıyor. Ama aslında sen hep taze olmak istiyorsun. Çabucak tüketilmek, bekletilmemek istiyorsun. Tazeliğin geçsin istemiyorsun. Öyle büzük görünmek istemiyorsun. Yaşlanmak istemiyorsun. Ee nedir derdin benimle? Ne diye geldin oturdun günlerdir?’ Cevap yok. Ben de cevabın peşine düştüm doğal olarak. “İçimdeki avokado” diye bir şey yazacağım, dedim arkadaşıma. Zengin hatun, dedi. Güldüm. Sonra da içimde ardı ardına sahneler oluşmaya başladı. Biz gerçekten çok zenginmişiz. Avokadoyu çerez niyetine yiyormuşuz. Devgillerdenmişiz çünkü ancak devgillerden olanlar bunu çerez niyetine yiyebilirmiş. Çekirdeği dişlerimizin arasına kaçınca da bir ağacın gövdesini koparıp dişlerimizin arasını temizliyormuşuz. Çekirdeklerinden kolye yapıyormuşuz. Onları komşularımıza hediye ediyormuşuz yalnızca. Bu komşuluk geleneğiymiş. Başkasına verilirse seni komşuluğa kabul etmiyorum demekmiş. Aman Allah’ım hayalimde birden nasıl da kutsal bir şeye dönüşüveriyor. Bir silkiniyorum. Sonra yine içimde düşünceler birbirini kovalamaya başlıyor. Diyorum, insanlar ne garip görüyor bizi. Bazı ölçüler var hepimizin içinde. Ona göre etiket yapıştırıyoruz. Avokado yiyorsam zenginim. Belki de et yemiyorum avokado yiyorum ne biliyorsun diye geyiği iyice üretiyormuşum filan.
Ki ben de hayatımda iki kere avokado aldım eve. O da meraktan. Bu yaşıma kadar yememişim bundan sonra yemesem ne olur diyerekten de hayatıma sokmadım. İsmi bile beynimi didiklemeye yetti zaten. İçimdeki avokado. Bir de yesem, hatta bazıları gibi her kahvaltıya biraz zeytinyağı biraz cevizle, sevgili canlarım işte bu benim sağlıklı kahvaltım, desem nolur bilmiyorum. İnsanlar avokadoyu nasıl kaldırıyor, bunu da hiç bilmiyorum. Hem arkadaş o kocaman çekirdek nedir ya hu? Yeşil kısmı yendikten sonra ne yapılıyor? Düşündüm de avokado yerken birisi canımı sıksa, tüüü Allah seni napmasın desem, hafazanallah ağzımdan o çekirdek fırlasa burnu kırılır karşımdaki insanın. Ya da kendi kendime düşüncelere dalsam yine tüüü seni ibrikçibaşı kılıklı desem salon camımda koca bir delik açılır. Aynı zamanda tehlikeli bir şey bu avokado. İçime ne diye girdi bilmiyorum o kocaman çekirdeğiyle. Eh işte dışının janjanlı afilli noktalı virgüllü yeşiline rağmen çekirdeğini nereye koyacağını bilmediğin bir meyve kendisi. Yoksa sebze mi? Gaf mı yapıyorum. Üşendim şimdi sözlüğe bakmaya. Nerede yetişiyordur ki. Yerde bitmiyordur bence. Pek nazik kendisi. Her ne kadar kaya gibi bir çekirdeği olsa da. Neyse. Geyikleme yapıyoruz sonuçta. Hep ciddi şeyler yazamam. Hayat zaten koca çekirdeklerini içimize yerleştirmiş ve nereye koyacağımızı bilmiyormuşuz gibi davranıyor bize. Yeşertmek gerekiyor belki de o kocaman çekirdeği. Neyse işte biraz gırgır biraz vırvır. Mızmızgillerdeniz sonuçta. Ama bu avokado düşündürdü beni. İçimdeki avokado. İnşallah çıkarsın şimdi. Ya da iyice mi oturursun bilmem.
Aramızda illa ki yiyenler vardır, alınmasınlar. Kendisiyle çekişiyorum ben. Yiyenlerle bir alıp veremediğim yok. Zaten etrafımda pek yiyen de yok. O koca çekirdek problemini çözebildiklerini pek sanmıyorum. Ha bir de tehlikeli ya. Hafazanallah. Ne me lazım. Ben de şimdiye kadar sokmamışım hayatıma. Daha da sokmayayım. Seviyorum kendimi. Sen neymişsin be içimdeki avokado. Artık umarım kulağımı kemirmeyi bırakırsın. Al çekirdeğini kışkışla. Sen taze ben selamet! Aslında şu avokadoyu sarımsaklasak da mı saklasak sarımsaklamasak da mı saklasak bütün mesele bu bence. Ha bir de saklayınca gelir mi zamanı? Damlaya damlaya kaç avokado olur? Bunu da çözdük mü değmeyin keyfimize. Öyle işte. Bu içimdeki dev çekirdekli avokado yaşken eğilir…
“İçimdeki Avokado / Geyikleme” için bir cevap
Belki saçmadır.Bilimsel yanı hiç yok.BANA GÖRE, bir yörenin insanına O yörenin ürünü yarar sağlar.Bir ürün bir coğrafyada doğal olarak yetişmiyorsa oradaki insan için gereksizdir.Tad zevki için yarar. Selam ile..
BeğenLiked by 2 people