Öykü_
-Bugün beni kırmayıp geldiğin için çok teşekkür ederim oğlum.
Afyon bej mermer basamakların en başındaydılar.
-Hadi gel yukarıda konuşalım dedi, baba.
Oğul itaat etti. Birlikte çıkmaya başladılar. Baba önde oğul arkada.
Baba yuvarlak şekilli demir korkulukların üzerindeki ahşap küpeşteye tutunmak istiyordu ama merdiven döndüğünden basamakların o tarafı çok dardı. Süpürgelik yerine yerden bir karış kahverengi boyanmış beyaz duvara tutunarak çıkmaya başladı. Havalarda diye bir cümleye başlangıç yaptı. Oğlu durdurdu.
-Yukarıda konuşuruz. Çıkarken yorma kendini. Havalardan konuşmak istemiyordu.
Babasına değil de seksen yaşındaki bir adama söyledi bunları oğul.
Dönerek yükseldiler. Yükselirken döndüler. Dairelerin kapılarını geçip, küçük siyah bir kapıdan çıktılar. Artık gökyüzü çok yakındı. Kapının eşiğinde soluklandılar. Hem oğul, hem baba.
-Bu terası çok seviyorum oğul.
-Kendi yaptığın şeyleri seversin. Benim dışımda.
-Gökyüzü, manzara bunlardan bahsediyorum. Binadan değil. Ayrıca seni…
-Çağırdın geldim. Sevgiden filan bahsetmeye kalkma. İlk defa sana teslim oluyorum. Kırk sene sonra, ne anlatırsan dinleyeceğim.
Baba terasta ilerledi. Geniş parapete oturdu. Arkası boşluktu. Derin çizgilerinden bir hayat geçen bir el ve yanında ona çok benzeyen ama çizgileri henüz derinleşmemiş diğer el beton zeminin üzerinde yan yanaydı. Martılar çığlık çığlığa uçuyorlardı.
-Kırk yaşındasın. Ben de seksen. Hala beni yargılamak için çok gençsin. Ben de yargılanmak için çok yaşlıyım Umut.
-Beni tanımıyorsun. Hayatımda yerin varsa sadece ele güne karşı var. Babalık yapmadın. Annemle beni ben bebekken bıraktın. Ben seni arayıp sormasan bugün bile burada olmazdık. Bunda bir yargı yok Halil Bey. Gerçek var.
-Bir kalbin içine pek çok şeyin sevgisi düşer. Tek bir şarkı mı severiz? Ya da bir cins çiçek mi? Ben anneni sevdim. Zaman doğru değildi. Belki daha önce anneni tanısaydım. Ama evliydim. Ve evet, karımı da seviyordum. Sizi terk etmedim. Annen evli olduğumu öğrenince o gitti. Ben de gider diye hiç söylememiştim. Zaten gitti.
-Gitmeseydi ne olacaktı? İki kadını birden nasıl idare edecektin?
-Yargılama. Dinle. Geçmiş hatalarımı konuşmak istemiyorum. Empati diyorlar ya, ondan yap biraz. Anlamaya çalış.
-Bunun empatisini yapamıyorum. Ben tek bir kadını seviyorum.
-Umut oğlum, karımın çocuğu olmuyordu. Yani çocuğumuz. Annen çıktı karşıma. O kadar güzeldi ki. En büyük hatam ona evli değilim demek oldu. Ama sen oldun. Hiçbir zaman pişman olmadım.
Şehrin üstünde uçan beyaz bulutlar vardı. Güneş tam tepedeydi. Yine de etkisi azdı. Baba konuşurken hep zemine bakmıştı. Mozaiklerin üstündeki siyah kırmızı noktalar konuşmasına yardım etmişti. Kafasını oğluna çevirdiğinde endişe ile elini cebine attı.
-Burnun kanıyor oğlum.
-Bazen böyle oluyor. Sen dokunma şimdi üstün başın kan olmasın.
-O ne demek oğlum. Cebinden bulduğu beyaz mendili oğlunun burnuna götürürken, Umut elinden kaptı.
-Ben yaparım bırak.
Beyaz mendilin üzerinde lacivert bir H harfi işlenmişti. H’nin üzerinde parmağını gezdirdi.
-Kaldı mı bunlardan ya!
-Benim gibi içi geçmişlerde kaldı.
-Halil’in H’si mi bu?
-Evet.
Bir süre sessizce oturdular. Manzarayı seyrettiler. Önlerinde Galata Köprüsü, sağda Süleymaniye Camii, Solda Yeni Camii vardı. Deniz kokusu burunlarına gelmese, martılar kulaklarına bağırmasa üç boyutlu bir kartpostaldı manzara.
-Boşanmana üzülmedim.
-Neden?
-O kızı sevmemiştim.
-Beni hayatında kaç kez gördün de, düğünde bir kere gördüğün kızı sevmedin?
-Düğünde belliydi.
-Keşke kendine saklamasaydın.
-Annene söyledim. Benden nefret edersin diye sana söylemedim.
-Senden nefret etmiyorum. Ediyordum. Çocukken. Ama artık değil. Bunun için epey uğraştım. Terapiler işe yarıyor. Nefret ağır bir yük. Sadece bu yükü taşımak istemedim. Seninle bir alakası yok. Koca bir boşluksun hayatımda.
Umut’un gözlerinde nefret yoktu. Bunu tüm şehir ve babası gördü. Galata köprüsünde arabalar nefretin var olduğunu kanıtlarcasına kornaya bastı.
-Geçmiş, hatalar, kararlar, yapılanlar bunları konuştukça bir şey elde edemeyiz. Ben seninle başka bir şey konuşmak istiyorum.
-Ne gibi?
-Geçmişle hesabın bittiyse, gelecekle ilgili.
-Ne?
O sırada bir martı bağırdı ve bir vapur düdük çaldı. Umut sorusunu üçüncü kere yineledi. Baba duraksadı.
-Bir ev yapmak istiyorum.
-Mimarsın. Yap işte.
-Bana yardım et.
-Neden?
-Bir belgeselde vardı. Karı koca kendi evlerini yaptılar. Bizim onlardan neyimiz eksik. Biz de baba oğul yapalım. Araziyi aldım.
Seksen yaşında adamın şeker isteyen bir çocuk gibi bakan gözleri vardı.
-Hazırlamışsın işte her şeyi. Yap gitsin. Bana ne ihtiyacın var?
-Seninle bir şey yapmaya ihtiyacım var. Sana da iyi gelecek. Bir süre her şeyden uzaklaşırsın.
Umut ilk defa konuşmada duraksayan taraf oldu. Gözleri siyah küçük kapıda takıldı. Düşünceleri anılardan görüntüler seçti. Bu kadar nefrete rağmen neden inşaat mühendisi oldun Umut, demişti terapist. Evet, Umut ne umut etmiştin bilinçaltında? Umut kendine sormaktan en korktuğu soruyu sordu. Puanım onu tuttu demişti. Puan, yalan, mühendislik, ev kelimeler uçuştu.
-Bir şey düşündün mü?
-Planı çizdim. Kare, tek katlı, kütük bir ev. Bir dağ evi.
-Çok hızlısın Halil Bey. Ya hayır dersem.
-Sana da bana da iyi gelecek derim.
-Bilmiyorum. Emin değilim.
-Birlikte bir şey yapmak istiyorum. Bunu çok görme bana.
-Elindeki mendilde işlenmiş H harfine baktı. Kanlanmıştı.
-Bunu geri istiyor musun?
“Baba” için 2 cevap
Aklınızda birşeyler var gibi.Lütfen devamını yazın.Bize bırakmayın hayalini.Emeginize sağlık güzel ve derin olmuş.
BeğenLiked by 1 kişi
Bir baba ve oğul. Sonunu okuyucunun iç dünyasına bıraktığım bir yazıydı. Devamı için düşüncelerim var. Değerli yorumlarınız için teşekkür ederim.
BeğenLiked by 1 kişi