Deneme_
Etrafımda ne kadar insan varsa duyduğum en klasik söz. Anlatsam hayatım roman olur. Bana soranlara ise ben anlatsam hayatım karikatür olur diyorum. Neredeyse bütün tuhaflıklar geliyor başıma. Nedenini bulamamıştım, ama yıllar sonra anladım ki ben bir paratonerim. Bütün aksilikleri ben çekiyorum ki etraf rahat etsin. Şimşekler üzerime üzerime akıyor.
Mesela dolandırılmışıma çok üzülmüşümtüm. Tam üzgün üzgün anlatıyorum bir kahkaha. Neden çünkü herkes dolandırılınca ya polise şikayet eder ya da olay çıkarır. Ben nedense dolandırıcıdan özür diliyorum. Ve bunu anlatırken fark ediyorum. Daha doğrusu anlattığım insanlar fark ediyor.
Bana verilen mesajları hiç anlamıyorum. Yıllar önce küçükken, küçücük bir kızken kuzenimle pastaneden pasta almıştık. Eve getirir getirmez poşeti açtım. Aa dedim pastanenin hizmetine bak. Bize numara yazmışlar. Altında da beni mutlaka ara yazıyor. Demek ki sipariş verebiliriz. Kuzenim kahkahayla. “Salak onu sana yazmış senin onu aramanı istiyor.” dedi. Ben ne bileyim pastanecilerin karşı cinsle böyle anlaştığını. Tabi ki aramadım.
Mesela uzun zaman önce eczaneden bir ilaç aldım. Doktor reçeteli tabii ki. Ama reçeteye değil içene bakmak lazım. eczacım antibiyotiğin üzerine iki saatte bir yazınca iki saatte bir içtim. E gece uyanmaya üşendiğim için içemedim. Allahtan üşengeç bir yapım var. Uykumu asla bölemem. Ertesi gün fark ettim ki antibiyotik 12 saatte bir içiliyor. Tabi durur muyum hemen acile. Başhekim görmek istedi hemen çıktım yanına. Ben olan biteni anlatırken doktorcez baktı baktı ve dedi ki. “Bu saate kadar bir şey olmadıysa seni daha da bir şey yıkmaz.” Olmadı da şükür. Ama aradan çok geçmeden boğaz ağrım başladı. Aman dedim ilaç alayım sınavlar yakın ihmal etmeyeyim. Doktorcez gargara vermiş. Sen gargarayı da şurup zannet. Bir de onu iç. Koca kıza niye şurup versinler oysa. Hem de günde üç öğün lıkır lıkır içtim. Ne mi yaptım. Sessizce gargarayı yerine bırakıp kimseye söylemeden hayatıma devam ettim. Sonuçta yine bir şey olmadı.
Bununla mi kaldı tabi ki hayır. Dolmuşa binmenin nasıl bir şey olduğunu merak ettiğim için annem beni dolmuşla kısa mesafede oturan teyzeme götürmeye karar verdi. Dolmuş durağında karşılaştığı bir ahbapla sohbete dalınca beni durakta unuttu. Yokluğumu fark ettiğinde çoktan teyzemin evinin önüne gelmişti. E tabi geri dönmedi nasıl olsa gelir demiş. Bir saat sonra teyzemdeydim. Sonuç bütün azarı ben işittim. Ahbap ve annem gayet suçsuzdu. Benim annemin eteğini tutmuş olmam gerekiyordu.
Ha bir de beni yanlış anlayanlar var. Abimin sünnetinde gözüme toz kaçtığı için saatlerce gözlerimden yaş akmıştı. Gelen yüzümü okşayıp, ah yavrum üzülme abin iyi olur iki güne dedi. Misafirlere göre ben abim için üzülürken bana göre abimden alınan fazlalık için üzülmek saçmaydı. Ama kimseye anlatamadım. Hala herkes abisi için nasıl ağladı diye anlatır. Ve evet bunu duyunca tek utanan benim anlatanlar değil.
Pulluk nedir bilir misiniz? Ben bilirim acı bir şekilde öğrendim. Halamın oğluyla. Oynarken altında kalmıştım. Bacağım ikiye yarılmışken herkes doktorlar dikmeye uğraşırken benim derdim neydi bilin bakalım. Bacağımı diken hemşirenin tırnakları. E tırnak uzun olunca sandım ki dikmek için onu kullanacak. Daha fenası oldu. Kocaman bir iğne ile kocaman koca koca dikişler atıldı. Ailenin erkeklerinin de benle bir derdi vardı. Anlamış olacaklar ileride başlarına dert olacak kadar cazgır olacağımı. Abim doğar doğmaz ağzıma leblebi doldurmuş. Teyzemin oğlu daha altı aylıkken oyuncak bıçakla beni dürtüklemiş.
Bir de hiç büyümediğimi zanneden büyüklerim vardı. Köyde ne zaman tuvalete girsem babaannem omuz atıp içeri dalardı. Evet hep bana denk gelirdi. “Vuuh yavrum sen benim çocuğumsun ne olacak. Daha miniciksin.” Derdi. Ve ben on beş yaşımdaydım.
Anlayacağınız, çekirdeğin çürüğü biberin ekşisi, çileğin acısı ailede kime denk geliyor bilin bakalım. Tabi ki bana. Bu yüzden hayatım karikatür.