Film Analizi_
Dikkat: Spoiler içerir.
Film bir karı kocanın sessiz ve iletişimsiz akşam yemeği sahnesiyle başlıyor. Tabak kaşık tıkırtıları, ağız şapırtıları ve telefonun itici mesaj sesinden başka insani belirtinin olmadığı masada tek kelime edilmiyor. Hatta göz göze bile gelinmiyor.
Birbirinin içine kurt gibi işleyen, zamanla her iki tarafı da çürüten bir evliliğin sayfalarca anlatsan kâfi gelmeyecek öyküsünü o bir iki dakikada kadının gözlerinde görüyoruz. Sonra da adam yerde yatarken kaşıklamaya devam ettiği tabağında, fütursuzca yediği salatada…
Zaten bitmiş bir evliliğin sonlanış şeklinin kadın için fark etmezliğini, beklenmeden ve belki mucizevi gelen o kurtulma hissini, bir insanın diğerinin gözünde zamanla ne kadar tükenip kaybolabileceğini Aslıhan Gürbüz’üz üç beş saniyelik donuk bakışlarında perde perde izliyoruz.
Sonrasında ikinci ve son mekâna, gasilhaneye geçiliyor. Orada karakterler artıyor. Huysuz ve saldırgan bir kaynana, çıkarcı bir kardeş, kabına göre şekil alan bir elti, mevtanın boşanmaya ömrü yetseydi evleneceği sevgilisi, amacı belirsiz bir dayı ve son derece geveze bir gassal giriyor işin içine. Bir de sonradan gelen, metin olsa yazar görünmesi diyebileceğimiz bir imam karakteri var. Hayattan çekip alınan kesit, bu karakterler çerçevesinde ve Nermin karakterinin özelinde devam etmesi amaçlanan bir kurgulamayla sahneleniyor.
Filmin ilk sahnesinde ne kadar anlatma göster tekniği uygulandıysa devamında o kadar anlat anlatabildiğin kadar yolundan gidildiği serzenişimiz burada başlıyor. Özetlerinde “Eşinin ölümünden sonra gasilhanede kocasıyla mutsuz evliliğinin ve yıllarının hesaplaşmasını yapan…” diye yazdığı için insan içini sökecek, ona hayatı sorgulatacak bir yüzleşme bekliyor. Ama maalesef… Yüzeysel diyaloglarla, her ne kadar cenaze evinde patlayıveren kahkahaları, ağlamaktan birden günlük konuşmalara dönüveren halleri, sıcağı sıcağına konuşulan mal paylaşımları canlandırılmaya çalışılsa da izleyiciye duygu olarak geçmekte yetersiz kalmış sahneler silsilesinden ileri gidilemiyor. Eğer ilk sahne gibi mekân, mimikler, duruşlar etkili kullanılabilseydi bu kadar sözel çatışmaya, sığ diyaloğa da gerek kalmazdı. Ayrıca film de çok başka bir yere çıkardı.
İzlediğim filmleri, özellikle böyle olay kurgusundan ziyade psikolojik analize ağırlık verilmiş olanları, öykü biçimleriyle karşılaştırıyorum. Bütün sanat dallarına metin özelinde bakmamla ilgili ciddi bir sorun bu. Kargadan başka kuş bilmezlik. Bu film bir öykü olsa nasıl adlandırılırdı diye düşündüm bir saat yirmi dört dakika boyunca. Duygu mu, durum mu, an mı? Senaryoda böyle ayrımlar var mı bilmiyorum. Bilen varsa aydınlatsın. Ama ben bu filmi bir öykü olarak yazacak olsaydım sanırım bir karakter öyküsü olarak yazardım. Bu cenaze sadece Nermin’nin hayatından bir kesit olurdu ve bu kesit etrafında karakteri daha iyi tanırdım. O zaman Nermin’in kocasıyla gasilhanede hesaplaşması o kadar sığ kalmaz, Aslıhan Gürbüz oyunculuğunun önüne ket vuran o kısır diyalogların arasına sıkışmaz, izleyici kadın için ağlaması gerek yerde bir bardak su almak için ekran başından kalkmazdı. Seyirci Nermin’i daha iyi tanır, Veli’nin onun hayatının içine nasıl ettiğini derininde hisseder, o “Ee şimdi yaptığı yanına kâr kalıp böyle gidecek mi?” hissine daha çok kapılırdı. Yan karakterler de o kadar karikatürize edilmek zorunda kalınmaz, ölümle yaşam arasındaki tavrın kim olduklarını ortaya koyduğu çizgide gerçeklik hissi daha çok yakalanırdı.
“İki gözün arkada kalsın ki ben eski Nermin olacağım,” repliği izleyene geçer; son sahnede ailenin fertleri arabaya doluşup giderken, o orada bir başına kaldığında seyirci Nermin’in henüz yürümeye yeltenmediği yolun hayalini çoktan kurmaya başlardı.
E ne diyelim o zaman bu film için?
Kader böyleymiş.
Gizem Kızıl’ın yönettiği ilk uzun metraj film olduğu notunu da buraya düşeyim. Senaryo da kendisine aitmiş.
“Bana Karanlığını Anlat” için 7 cevap
Çok merak ediyordum bu filmi. Hemen seyredeceğim. Kalemine sağlık.
BeğenBeğen
Betül hanımın aksine bende izlenmeyecekler listesine girdi bile sizin yazdıklarınızdan sonra Yasemin hanım. Siz oykusunu yazsanız da okusak 🙂
BeğenLiked by 1 kişi
Böyle bir algı bırakmak istemedim aslında. Sadece mutlaka izlemelisinizlik bir film değil. Güzel bir konu yakallanmış daha iyi olabilirdi, hatta çok çok daha iyi olabilirdi. Bunun sayıklaması benimki. Güzel bir kurgu ucundan yakalanmışken hakkının verilmemesi boşa akan su hissi uyandırıyor bende. Altına bir kap koşturma, yakalama, ziyan etmeme içgüdüsü
BeğenBeğen
Ayrıca izlerseniz üstüne konuşmayı da isterim.
BeğenBeğen
Ben de merak uyandırdı daha çok yazı. İyi konu iyi oyunculuk olmamış olan ne bakmak lazım diye düşündüm. ☺️
BeğenBeğen
Yorumuna sağlık Yasemin Hanım. Ben severek izledim ama herkesin aynı tadı alacağını sanmıyorum. Sabun kokusundan kayınvalide gelin analizi yapılışı çok hoştu. Aynı zamanda insanların en yakınlarının kaybında bile hayata adapte oluş hızı doğru ve çarpıcıydı.
BeğenLiked by 1 kişi
Erdal BEŞİKÇİOĞLU’nun bir filmi vardı Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku diye ona benzettim biraz yazıyı okuyunca. Filmi izleme listeme ekledim.
BeğenBeğen