
Resim: Huriye DİKİCİ
Niyeyse kendinizden biraz bahseder misiniz diye sorulunca işler bir sarpa sarar. Kem küm etmeye başlarız. Şey işte canım, yazmayı çizmeyi seviyoruz, mizah seviyoruz, kadın hikâyeleri seviyoruz, fantastik dersen ba-yı-lı-rız, çocuk edebiyatı, grafik tasarım, sosyal medya mı, eh işte onlardan da anlıyoruz. Çok çok heyecanlıyız. Gece çekilene kadar hayal kuruyoruz. Zihnimizde uçuşan hikâyelerin günümüze güneş olduğu doğrudur. Bir şeyleri abartmayı kabartmayı sevdiğimiz asla yalan değildir.
Yok canım işte siz kurgu yapıyorsunuz, uydurma şeyler onlar, diyenler de olabilir. Ama biz Anna Karanina’nın yaşadığına teyzemizin varlığından daha çok inanan insanlarız. Harry Potter mı hayal ürünü? Olur mu! Hogwarts’da Seçmen Şapka, Harry’ye Sliterin desin diye dua ederek tutmuştuk nefesimizi. Uyuyan Bir Ejderhayı Asla Gıdıklama! İşte bu bizim sloganımız. Ha bu arada Çevik Atmaca’yla gücünü keşfeden de biziz. Onunla birlikte gölgemizi yendik mi? Belki. Ama o yolda debelendiğimiz kesin. “Her mum yakan bir gölge yaratır” sözünü evimizin duvarına koca koca puntolarla yazdık biz. Zaman zaman Roke büyücüler okulu Hogwart’dan daha güzel diye düşünmedik dersek dürüst davranmış olmayız. Şöyle kıyın kıyın yanımıza yaklaşır kulağınızı dört açarsanız; söz sessizlikte, ışık karanlıkta, yaşam ölürken, bomboş gökyüzünde uçarken parlar atmaca diye mırıldandığımızı duyarsınız. Bir kadın aynı zamanda bir ejderhadır, bunu iyi biliyoruz.
Yalnız üzülerek söylüyorum ki zamanla ilgili bazı dertlerimiz var. Zamanı durdurmalarını talep etmek için Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün iletişim bilgilerini araştırıyoruz kaç gündür. Bir sonuç alamazsak Momo’nun yardım edeceğinden eminiz. Ne de olsa Secundus Minutus Hora’yı tanıyor. Nam-ı diğer Hora Usta. ‘Momo yardım etmese de sıkıntı değil, dinlemesi yeter’ bizce. Ha bu arada Küçük Prens’i çok özlüyoruz. Geceleri gökyüzüne baktığımızda Asteroid B-612’yi görmeyi umut ediyoruz hâlâ. Koyun çiçeği yedi mi yemedi mi merakı içimizi kemiriyor. Günün birinde Hiç Bitmeyecek Bir Öykü yazacağız. Bitmeyecek Öykü’nün Michael Ende tarafından yazıldığını elbette biliyoruz. Ama bu başka bir öyküdür. Başka zaman anlatmalı.
Efkârlı işte bir yanımız. Bedia evde yalnızlığını unutup çalan kapıyı düşünmeden açtıysa, ayağından yere süzülen su damlalarına basarak peşi sıra yürüdüğümüzden. Eğer, asansör yaklaştıkça kalbinin gürültüsü arasında adını koymaya çalıştığı yüzün kim olduğunu hatırladıysa, onunla günlerce o kapı aralığında durup düşündüğümüzden. Mesaadet, Rüştü Şahin için “işte o öldü artık” dediğinde düşüp kalmadıysa o çatı katında, kalın bir duvar koyuluğunda diye tarif ettiği gecede avucuna hanımeli sinmiş elini yakalayıp tuttuğumuzdan.
Ağustos böceğine âşık olduğumuzdan sebep, yaz sonunda can verip ağaçtan düştüğünde kanadını alıp saklamadıysak da ne bileyim. Biz, biz olamayız o vakit. Olsun. Görülenin ardındaki siluet, duyulanın ardındaki fısıltıyız. Bizi biz yapan şeyler aynı tornadan çıkan keresteler gibi aynı tonda olmamız. Lakin aynı yolda farklı sapaklardayız. Kimimiz çatı oluyor bir eve, kimimiz duygu oluyor bir yüreğe. Kimimiz bir çiçeğin gölgesinde uyurken kimimiz bir çiçeğin şairine bir şiir oluyor. Rengarengiz biz. Aynı havayı soluyan, aynı ruhu paylaşan, aynı sevince sevinip aynı üzüntüde boğulabilen rengarenk biz.
Misal, tahta bir salıncağın üstünde “daha hızlı” diye haykıran Feride’nin uçuşan eteğindeki rüzgârız. Çalıkuşuyuz ruhumuzun. Herkesin adının Zehra ve Ayşe olduğu yerde biz Muniseyiz. İşte içimize sakladığımız o küçük Munise’yi alıp dolanıyoruz kitap kitap. Ve her kitap bir dünya, her dünya bir Reşat Nuri! Biz biziz işte. Beş kafadar kadın. Ve bizi biz yapan her şeyiz.